23 Şubat 2012 Perşembe

Hangisi Daha Klasik? (Ya da; Piyano, Bağlama'yı döver mi?;)




En kestirmesi iki çalgıyı örnekleyerek karşılaştırmak:



-Bağlamacı bağlamasında isterse Avrupalının her piyano bestesini çalabilir,






-Ama piyanist piyanosunda bağlamacının hiçbir bağlama bestesini çalamaz :)







Bunun nedenini anlamak için şimdi geliniz her iki çalgının biraz ayrıntılarına girelim:




PİYANO:

Bir zengin çocuğu piyanoyla "oynarken"


AB’nin ulusal çalgısı olan ilk Piyano 1700 yılında İtalya’da Bartolommeo Cristofori tarafından yapıldı. Öldüğü 1732 yılına dek yalnızca 20 adet piyano üretebildi. O günün fazla müzik kabiliyeti olmayan zenginleri bu pahallı aleti çok sevmişti. O günlerde onların ünlü bir bestecisi: "Piyanistler, diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri piyano üzerinde hazır bulurlar" diyerek övmüştü piyanoyu. (Kinaye yapmıyorum; gerçekten de aynen bu sözlerle övmüştü piyanoyu:)




Her parçası ayrı ayrı kişilere "PATENTLİ" piyano mekaniği
Piyanomekaniğindeki ikili itme dillerini Sebastian Erard 1822'de icad etti. Çapraz tel ve keçeli çekici Henri Pape, buldu. Ekleme demir çatıyı James Thom kurdu. Johann Anderas Stein ise büyük kolaylık getiren pedalı icat etti. Piyano sanayinin gerçek kurucusu ise Alman Zumpe oldu. Piyanodaki “tüm mekanik aksamlar ve ayrıntılar”  İrlandalı William Southwell vb gibi kişilere PATENTLİ”dir.

Piyanonun mekaniği







Yukarıdaki tarihçesinden de kolayca anlaşılacağı gibi, piyano bir halk çalgısı olmadığı gibi “geleneksel” bir çalgı da değildir. Piyano, özellikle, fazla müzik kabiliyeti olmayan zenginler için icat edilmiş bir çalgıdır.




Piyano Nakliyatı
Piyanonun sesinin diğer çalgılara göre yüksek çıkması da hoparlörün henüz icat edilmediği o günlerde bir avantaj sayılıyordu. Piyanonun tek sorunlu yanı ise evden eve taşınırken ortaya çıkıyordu. Çünkü yeri değiştirilirken piyanoda nedense(!) akord makord diye bir şey kalmıyordu:)) Sonradan tellerinin ses ayarını ise piyanist değil anca piyano imalatçıları yapabiliyordu, hatta bazen onlar bile ayar yapamıyordu ve piyano sobalık odun olup hurdaya gidiyordu. Bu yüzden bu pahallı aletin nakliyatçılığını yapabilmek Avrupa ülkelerinde özel devlet iznine ve sigorta koşullarına bağlandı. (Hâlâ da öyledir)



Bir makine olan Piyanonun mekanik aksamından da kolayca anlaşılacağı gibi Piyanistin piyanodaki mekanik aksamın çıkardığı seslere sanatsal olarak kendi katkısını yapması, (yani yaratıcılık) piyanonun mekaniğiyle sınırlıdır. Zaten tüm Avrupa besteleri “katı kuralcılık” esasına göre yapıldığı için piyanistin kendi sanatsal katkısı, "katı kuralcı Avrupa müzik felsefesi" açısından da zaten imkansızdır.



Otomatik Piyano
Piyano mekaniğindeki asıl “devrim” ise 70-80 yıl kadar önce  “Otomatik Piyano”nun icadıdır.

Piyano mekaniğindeki bu “teknolojik yenilik” sayesinde üzerinde delikler bulunan bir karton şerit, bir kolu çevirmek suretiyle piyano içinden geçerken piyanonun mekaniğini tahrik ederek, “Beytofın’ın veya Paganini’nin herhangi bir bestesi” “KUSURSUZ” olarak, rahatlıkla ve “USTACA(!)” çalınabiliniyordu. Piyano mekaniğindeki bu yenilik, piyanonun “hazır olarak sunduğu sesleri” bile ahenkle çalmayı beceremeyen Avrupa’nın zenginleri için büyük kolaylıktı. Karton şeritli piyanolar kapış kapış gitti! 




"Tam otomatik" Piyano
Piyano mekaniğinde ulaşılan en son aşama ise 2007 yılında Korelilerin yaptığı piyanodur. Bu en sonuncu piyano mekaniği 2011’de Frankfurt Müzik fuarında “geleceğin piyanosu” olarak büyük sükse yaptı. 

Bu "tam otomatik" piyanoya, bir teybe kaydettiğiniz her hangi bir piyanistin müziğini bir kez "dinletmek" ya da hafızasına en zor klasik müzik parçasının notalarını "yüklemek" yeterlidir. 

Böylece artık herhangi bir piyanist bu piyanonun başına oturup hemen dilediği Beytofın bestesini “KUSURSUZ” olarak çalmaya(!) başlıyabilir. Bir piyanist olduğu belli olsun diye de atmosferi tamamlamak için kafasını ileri geri sallamak ise artık piyanistimizin "sanat(!) kabiliyetine" kalmış. :)



Sözün özü: 


Piyano yoz (dejenere) bir müzik aletidir.

Bir piyanoda asla "sanat müziği" YAPILAMAZ!







***


AVRUPANIN MEŞHUR(!) BESTECİLERİ ASLINDA BİRER PİYANO PAZARLAMACISIYDI



Avrupa'nın Beytofın vb gibi "meşhur(!) sanatçıları(!)nın Piyano imalatçılarından gizlice komisyon aldığını ve onların gizli "pazarlama elemanları" olarak çalıştığını biliyor muydunuz?

Piyano Dükkanı


Bizlere çook meşhur diye yutturulan neredeyse tüm klasik müzik bestecileri (zengin bir ailenin şımarık çocuğu olan Mozart hariç) Avrupanın piyano sahibi kabiliyetsiz zenginlerine satmak amacıyla,  kendilerinin bir kez dahi bir yerlerde çalarak denemediği sözde bestelerini oturup çalakalem yazarlar ve bu arada da çaktırmadan bu zenginlere piyano imalatçılarının piyanolarını abartılı sözlerle överek pazarlayıp bir de piyanoculardan komisyon alırlardı.



Beytofın!
Örneğin, "AB'nin Milli(!) bestecisi", alkolik bir babanın ve frengili bir fahişenin çocuğu olan Beytofın (havalı olsun diye adını Ludwig van Beethoven şeklinde yazarlar), Augsburg' da org yapımcısı Johan Andreas Stein'ın torunu olan Johann Babtist Streicher (1796-1871)'in piyanolarının satışından yüklü komisyonlar almaktaydı (Tabi ki kimseye çaktırmadan:)
Birgün bir konserini elindeki sopasını sallaya sallaya, sözde yönetirken müzik parçasının bittiğini farketmeyen şabalağımız hala elini kolunu sallamaya devam ettiğinde sağır olduğu böylece tesadüfen ortaya çıkınca işleri bozuldu. Sonra da Beytofın'a bir daha orkestra yönettirilmediği gibi, nota da, piyano da satamadı, ve tek başına açlıktan öldü. Önceleri bir birlerine hava atmak için onu yere göğe koyamayanlar Beytofın açlıktan ölünce, sağır olduğunun ortaya çıktığı 9. senfonisine "bitmeyen senfoni" gibi mistik anlamlar yükleyerek vicdanlarını rahatlatmaya çalıştılar. Böylece daha önce onun notalarını para verip satın almış olan bu kişiler, müzik konusunda ne kadar salak oldukları ortaya çıkmasın diye, "o sırada müziğin Beytofın'ın kafasında sözde devam ettiği(!)" gibi bir zırvayı hâlâ dünyaya yutturmaktadırlar.  Utançları o kadar büyüktür ki o sözde bitmeyen(!) senfoniyi "AB'nin resmî Milli(!) Marşı" olarak ilan etmeye kadar götürmüşlerdir işi.  

O bitmeyen(!) senfoni hangisidir diye merak ettiyseniz söyleyeyim:  Hani ilkokuldayken  "Neşeli ol kiii genç kalasın.." diye söylediğimiz bir ÇOCUK ŞARKISI var ya, işte o. :))

Çalgıları "kafasının içinde(!)" çalıyormuş! :))

"Sevsinler sizin Milli(!) Marşınızı" diyesi geliyor insanın.






***












BAĞLAMA:











-Bağlamanın atası, en az 6.000 yıllık ve “dünyanın ilk telli çalgısı” olan dombıra’dır. 


-Bağlama'nın hiç bir ayrıntısı hiçbir şahısa patentli değildir, 

-Tamamen Türk Milletinin malıdır. 

-Türk dünyasında en yaygın çalgıdır. 

-Fiyatı makul olduğundan herkes sahip olabilir. 

-Kolayca taşınabilir, 

-Bağlamacı bağlamasını gittiği her yere yanında götürebilir.

-Herkes bağlamasının tınısını kendisi ayarlayabilir. 


-Dünyanın en sanatsal çalgısıdır

-Bağlamayla yapılmış 100'lerce ya da 1000'lerce değil,

MİYONLARCA beste vardır.






Bir çok türevi bulunur:

Bağlama çeşitleri

•  Cura (en küçük boy)
•  Çöğür (kısa kol bağlama)
•  Kısa saplı bağlama (yakın zamanda geliştirilmiş bir bağlama türü)
•  Tanbura (uzun kol bağlama)
•  Divan sazı (büyük boy bağlama)
•  Meydan sazı (en büyük boy bağlama)
..gibi çeşitleri vardır.




Her bağlamacı bağlamasının tellerini kendi ruhuna göre ister gerebilir, ister gevşetebilir veya isterse tellerin yerlerini değiştirebilir. Tellerinin sıralanışına göre çoğunlukla karşılaşılan düzenler şunladır: (Parantez içindekiler, üst, orta ve alt tellere çekilen seslerdir).

Hissetmek
•    Bağlama düzeni (La, Sol, Re)
•    kara düzen (Sol, Re, La)
•    Misket düzeni (Fa#, Re, La)
•    Fa müstezat düzeni (Fa, Re, La)
•    Abdal düzeni (La, Re, Sol)
•    Do müstezat düzeni (Sol, Do, La)






Dadaloğlu'ndan Aşık Veysel'e binlerce ozanımızdan birkaçı








Bu özelliklerinden de kolayca anlaşılacağı gibi bağlama, yaratıcılığın en üst boyutta olduğu “gerçek bir sanatsal çalgı”dır. 

"Bağlama çalışları" arasında “benzerlikler” olsa da istisnasız her bağlamacının bağlama çalışı farklıdır. Öyle ki, bağlama için iyi bir kulak geliştirmiş bir dinleyici, sevdiği bağlama ustasını bağlamasının sesinden bile gözü kapalı tanıyabilir.






Klasik Avrupa Müzikleri ve BAĞLAMA




Müthiş Türk Ulaş Hazar

Peki, Nikolai Paganini’nin 16. “Saz” konçertosu’nu bilir misiniz?

..Ha, “o bir piyano konçertosudur ve sadece piyanoda iki elle çalınabilir” mi dediniz?

Gelin fikirlerinizi değiştirelim :)

İşte Bah’tan Mozart’a, Avrupa’nın en ünlü klasik müzik bestecilerine ve müzisyenlerine ve pahalı zengin oyuncağı piyanoya Bağlama'sıyla meydan okuyan "Müthiş Türk" Ulaş Hazar.

Onlara adeta, "sizin piyano dediğiniz makinada iki eliniz ve 10 parmağınızla zor zahmet yapabildiğiniz 4/4'lük vb sıradan uyumları (ritimleri) biz bağlamamızda tek elimiz ve iki parmağımızla yaparız" diyor.  ..Ve de yapıyor! :)


http://www.ulashazar.com




Site ana sayfasını açtığınızda kendiliğinden çalmaya başlayan site müziği yalnızca tek bir parça ve tek bir tarz değil. Site ana sayfası açıldığında kendiliğinden çalmaya başlayan müzik, 30’ar saniye sürelerle Ulaş Hazar’ın çeşitli tarzlarından arka arkaya dinleyeceğiniz “tadımlık” bölümler halindeki dünya müziklerinden sırasıyla şu örnekler:


-İspanyol
-Mekik (Bateri eşliğinde)
-Caprice
-Andaluz
-Quisko (Bas gitar eşliğinde)
-Alla Turca
-Longa
-Anadolu
-Badinerie
-Sirto (Bateri eşliğinde)


Bu deneyimden sonra Bağlama’ya artık bambaşka bir gözle bakmaya başlayacağınıza eminim:)





***


Hangisi daha "klasik"?




Kendi kendime düşünürken “acaba hangisi daha klasiktir” diye merak ettim:




 Türk Dil Kurumu, Fransızca bir sözcük olan “klasik (classique) sözcüğünü şöyle tanımlıyor: “üzerinden çok zaman geçtiği hâlde DEĞERİNİ yitirmeyen.”



Avro ya da Dolar kafasıyla(!) hesaplarsak; 300 yıllık geçmişe sahip bir “makine” olan bir Piyano eskiyip “antikalaştıkça”  PARASAL OLARAK değerlenip "fiyatı(!)" arttığına göre herhalde
çook klasik(!) bir çalgı olmalı! ;))

Buna karşın, 6.000 yıl öncesinden süzülüp günümüze kadar gelen bir bağlama ise, eğer 20-30 yıl kullanılarak çalına çalına yıpranmışsa pek "para" etmeyebilir...!


Beytofın’ın 1822 yılında yazdığı orijinal nota kağıtları da günümüzde antika müzayedelerinde "uçuk paralara(!)" satıldığına göre o besteler de herhalde çook klasik(!) olmalı!!! ;))

Oysa milyonlarca kişinin ezbere bildiği "en az" 1000 yıllık bir dombıra türküsünün notasına hiç kimse kalkıp beş kuruş "para" vermez. :(


…!


Hmm.. Duyamadım,, “Klasik'in tanımını yaparken TDK’nın kullandığı “DEĞER” sözcüğünden kasıt: bir şeyin ”fiyatı(!)” değil de, bir şeyin uzun zamandan günümüze “değişmeden gelmesi” ve uzun zamandan beridir “ilgi görmesidir” mi dediniz?? :))


..Eh, bizim dediğimiz de zaten o. :)


Saygılarımla,
A.Tamtürk



Milyonlarca Türk'ün ezbere bildiği, 
Bin yıldan beridir "değişmeden" günümüze gelen gerçek bir KLASİK beste,
Dünyanın en eski ve değişmeden günümüze kadar gelen en KLASİK çalgısı eşliğinde.





Bu Makale Şuradaki Yorumlarda Tartışılmakta: OdaTV