23 Şubat 2012 Perşembe

Hangisi Daha Klasik? (Ya da; Piyano, Bağlama'yı döver mi?;)




En kestirmesi iki çalgıyı örnekleyerek karşılaştırmak:



-Bağlamacı bağlamasında isterse Avrupalının her piyano bestesini çalabilir,






-Ama piyanist piyanosunda bağlamacının hiçbir bağlama bestesini çalamaz :)







Bunun nedenini anlamak için şimdi geliniz her iki çalgının biraz ayrıntılarına girelim:




PİYANO:

Bir zengin çocuğu piyanoyla "oynarken"


AB’nin ulusal çalgısı olan ilk Piyano 1700 yılında İtalya’da Bartolommeo Cristofori tarafından yapıldı. Öldüğü 1732 yılına dek yalnızca 20 adet piyano üretebildi. O günün fazla müzik kabiliyeti olmayan zenginleri bu pahallı aleti çok sevmişti. O günlerde onların ünlü bir bestecisi: "Piyanistler, diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri piyano üzerinde hazır bulurlar" diyerek övmüştü piyanoyu. (Kinaye yapmıyorum; gerçekten de aynen bu sözlerle övmüştü piyanoyu:)




Her parçası ayrı ayrı kişilere "PATENTLİ" piyano mekaniği
Piyanomekaniğindeki ikili itme dillerini Sebastian Erard 1822'de icad etti. Çapraz tel ve keçeli çekici Henri Pape, buldu. Ekleme demir çatıyı James Thom kurdu. Johann Anderas Stein ise büyük kolaylık getiren pedalı icat etti. Piyano sanayinin gerçek kurucusu ise Alman Zumpe oldu. Piyanodaki “tüm mekanik aksamlar ve ayrıntılar”  İrlandalı William Southwell vb gibi kişilere PATENTLİ”dir.

Piyanonun mekaniği







Yukarıdaki tarihçesinden de kolayca anlaşılacağı gibi, piyano bir halk çalgısı olmadığı gibi “geleneksel” bir çalgı da değildir. Piyano, özellikle, fazla müzik kabiliyeti olmayan zenginler için icat edilmiş bir çalgıdır.




Piyano Nakliyatı
Piyanonun sesinin diğer çalgılara göre yüksek çıkması da hoparlörün henüz icat edilmediği o günlerde bir avantaj sayılıyordu. Piyanonun tek sorunlu yanı ise evden eve taşınırken ortaya çıkıyordu. Çünkü yeri değiştirilirken piyanoda nedense(!) akord makord diye bir şey kalmıyordu:)) Sonradan tellerinin ses ayarını ise piyanist değil anca piyano imalatçıları yapabiliyordu, hatta bazen onlar bile ayar yapamıyordu ve piyano sobalık odun olup hurdaya gidiyordu. Bu yüzden bu pahallı aletin nakliyatçılığını yapabilmek Avrupa ülkelerinde özel devlet iznine ve sigorta koşullarına bağlandı. (Hâlâ da öyledir)



Bir makine olan Piyanonun mekanik aksamından da kolayca anlaşılacağı gibi Piyanistin piyanodaki mekanik aksamın çıkardığı seslere sanatsal olarak kendi katkısını yapması, (yani yaratıcılık) piyanonun mekaniğiyle sınırlıdır. Zaten tüm Avrupa besteleri “katı kuralcılık” esasına göre yapıldığı için piyanistin kendi sanatsal katkısı, "katı kuralcı Avrupa müzik felsefesi" açısından da zaten imkansızdır.



Otomatik Piyano
Piyano mekaniğindeki asıl “devrim” ise 70-80 yıl kadar önce  “Otomatik Piyano”nun icadıdır.

Piyano mekaniğindeki bu “teknolojik yenilik” sayesinde üzerinde delikler bulunan bir karton şerit, bir kolu çevirmek suretiyle piyano içinden geçerken piyanonun mekaniğini tahrik ederek, “Beytofın’ın veya Paganini’nin herhangi bir bestesi” “KUSURSUZ” olarak, rahatlıkla ve “USTACA(!)” çalınabiliniyordu. Piyano mekaniğindeki bu yenilik, piyanonun “hazır olarak sunduğu sesleri” bile ahenkle çalmayı beceremeyen Avrupa’nın zenginleri için büyük kolaylıktı. Karton şeritli piyanolar kapış kapış gitti! 




"Tam otomatik" Piyano
Piyano mekaniğinde ulaşılan en son aşama ise 2007 yılında Korelilerin yaptığı piyanodur. Bu en sonuncu piyano mekaniği 2011’de Frankfurt Müzik fuarında “geleceğin piyanosu” olarak büyük sükse yaptı. 

Bu "tam otomatik" piyanoya, bir teybe kaydettiğiniz her hangi bir piyanistin müziğini bir kez "dinletmek" ya da hafızasına en zor klasik müzik parçasının notalarını "yüklemek" yeterlidir. 

Böylece artık herhangi bir piyanist bu piyanonun başına oturup hemen dilediği Beytofın bestesini “KUSURSUZ” olarak çalmaya(!) başlıyabilir. Bir piyanist olduğu belli olsun diye de atmosferi tamamlamak için kafasını ileri geri sallamak ise artık piyanistimizin "sanat(!) kabiliyetine" kalmış. :)



Sözün özü: 


Piyano yoz (dejenere) bir müzik aletidir.

Bir piyanoda asla "sanat müziği" YAPILAMAZ!







***


AVRUPANIN MEŞHUR(!) BESTECİLERİ ASLINDA BİRER PİYANO PAZARLAMACISIYDI



Avrupa'nın Beytofın vb gibi "meşhur(!) sanatçıları(!)nın Piyano imalatçılarından gizlice komisyon aldığını ve onların gizli "pazarlama elemanları" olarak çalıştığını biliyor muydunuz?

Piyano Dükkanı


Bizlere çook meşhur diye yutturulan neredeyse tüm klasik müzik bestecileri (zengin bir ailenin şımarık çocuğu olan Mozart hariç) Avrupanın piyano sahibi kabiliyetsiz zenginlerine satmak amacıyla,  kendilerinin bir kez dahi bir yerlerde çalarak denemediği sözde bestelerini oturup çalakalem yazarlar ve bu arada da çaktırmadan bu zenginlere piyano imalatçılarının piyanolarını abartılı sözlerle överek pazarlayıp bir de piyanoculardan komisyon alırlardı.



Beytofın!
Örneğin, "AB'nin Milli(!) bestecisi", alkolik bir babanın ve frengili bir fahişenin çocuğu olan Beytofın (havalı olsun diye adını Ludwig van Beethoven şeklinde yazarlar), Augsburg' da org yapımcısı Johan Andreas Stein'ın torunu olan Johann Babtist Streicher (1796-1871)'in piyanolarının satışından yüklü komisyonlar almaktaydı (Tabi ki kimseye çaktırmadan:)
Birgün bir konserini elindeki sopasını sallaya sallaya, sözde yönetirken müzik parçasının bittiğini farketmeyen şabalağımız hala elini kolunu sallamaya devam ettiğinde sağır olduğu böylece tesadüfen ortaya çıkınca işleri bozuldu. Sonra da Beytofın'a bir daha orkestra yönettirilmediği gibi, nota da, piyano da satamadı, ve tek başına açlıktan öldü. Önceleri bir birlerine hava atmak için onu yere göğe koyamayanlar Beytofın açlıktan ölünce, sağır olduğunun ortaya çıktığı 9. senfonisine "bitmeyen senfoni" gibi mistik anlamlar yükleyerek vicdanlarını rahatlatmaya çalıştılar. Böylece daha önce onun notalarını para verip satın almış olan bu kişiler, müzik konusunda ne kadar salak oldukları ortaya çıkmasın diye, "o sırada müziğin Beytofın'ın kafasında sözde devam ettiği(!)" gibi bir zırvayı hâlâ dünyaya yutturmaktadırlar.  Utançları o kadar büyüktür ki o sözde bitmeyen(!) senfoniyi "AB'nin resmî Milli(!) Marşı" olarak ilan etmeye kadar götürmüşlerdir işi.  

O bitmeyen(!) senfoni hangisidir diye merak ettiyseniz söyleyeyim:  Hani ilkokuldayken  "Neşeli ol kiii genç kalasın.." diye söylediğimiz bir ÇOCUK ŞARKISI var ya, işte o. :))

Çalgıları "kafasının içinde(!)" çalıyormuş! :))

"Sevsinler sizin Milli(!) Marşınızı" diyesi geliyor insanın.






***












BAĞLAMA:











-Bağlamanın atası, en az 6.000 yıllık ve “dünyanın ilk telli çalgısı” olan dombıra’dır. 


-Bağlama'nın hiç bir ayrıntısı hiçbir şahısa patentli değildir, 

-Tamamen Türk Milletinin malıdır. 

-Türk dünyasında en yaygın çalgıdır. 

-Fiyatı makul olduğundan herkes sahip olabilir. 

-Kolayca taşınabilir, 

-Bağlamacı bağlamasını gittiği her yere yanında götürebilir.

-Herkes bağlamasının tınısını kendisi ayarlayabilir. 


-Dünyanın en sanatsal çalgısıdır

-Bağlamayla yapılmış 100'lerce ya da 1000'lerce değil,

MİYONLARCA beste vardır.






Bir çok türevi bulunur:

Bağlama çeşitleri

•  Cura (en küçük boy)
•  Çöğür (kısa kol bağlama)
•  Kısa saplı bağlama (yakın zamanda geliştirilmiş bir bağlama türü)
•  Tanbura (uzun kol bağlama)
•  Divan sazı (büyük boy bağlama)
•  Meydan sazı (en büyük boy bağlama)
..gibi çeşitleri vardır.




Her bağlamacı bağlamasının tellerini kendi ruhuna göre ister gerebilir, ister gevşetebilir veya isterse tellerin yerlerini değiştirebilir. Tellerinin sıralanışına göre çoğunlukla karşılaşılan düzenler şunladır: (Parantez içindekiler, üst, orta ve alt tellere çekilen seslerdir).

Hissetmek
•    Bağlama düzeni (La, Sol, Re)
•    kara düzen (Sol, Re, La)
•    Misket düzeni (Fa#, Re, La)
•    Fa müstezat düzeni (Fa, Re, La)
•    Abdal düzeni (La, Re, Sol)
•    Do müstezat düzeni (Sol, Do, La)






Dadaloğlu'ndan Aşık Veysel'e binlerce ozanımızdan birkaçı








Bu özelliklerinden de kolayca anlaşılacağı gibi bağlama, yaratıcılığın en üst boyutta olduğu “gerçek bir sanatsal çalgı”dır. 

"Bağlama çalışları" arasında “benzerlikler” olsa da istisnasız her bağlamacının bağlama çalışı farklıdır. Öyle ki, bağlama için iyi bir kulak geliştirmiş bir dinleyici, sevdiği bağlama ustasını bağlamasının sesinden bile gözü kapalı tanıyabilir.






Klasik Avrupa Müzikleri ve BAĞLAMA




Müthiş Türk Ulaş Hazar

Peki, Nikolai Paganini’nin 16. “Saz” konçertosu’nu bilir misiniz?

..Ha, “o bir piyano konçertosudur ve sadece piyanoda iki elle çalınabilir” mi dediniz?

Gelin fikirlerinizi değiştirelim :)

İşte Bah’tan Mozart’a, Avrupa’nın en ünlü klasik müzik bestecilerine ve müzisyenlerine ve pahalı zengin oyuncağı piyanoya Bağlama'sıyla meydan okuyan "Müthiş Türk" Ulaş Hazar.

Onlara adeta, "sizin piyano dediğiniz makinada iki eliniz ve 10 parmağınızla zor zahmet yapabildiğiniz 4/4'lük vb sıradan uyumları (ritimleri) biz bağlamamızda tek elimiz ve iki parmağımızla yaparız" diyor.  ..Ve de yapıyor! :)


http://www.ulashazar.com




Site ana sayfasını açtığınızda kendiliğinden çalmaya başlayan site müziği yalnızca tek bir parça ve tek bir tarz değil. Site ana sayfası açıldığında kendiliğinden çalmaya başlayan müzik, 30’ar saniye sürelerle Ulaş Hazar’ın çeşitli tarzlarından arka arkaya dinleyeceğiniz “tadımlık” bölümler halindeki dünya müziklerinden sırasıyla şu örnekler:


-İspanyol
-Mekik (Bateri eşliğinde)
-Caprice
-Andaluz
-Quisko (Bas gitar eşliğinde)
-Alla Turca
-Longa
-Anadolu
-Badinerie
-Sirto (Bateri eşliğinde)


Bu deneyimden sonra Bağlama’ya artık bambaşka bir gözle bakmaya başlayacağınıza eminim:)





***


Hangisi daha "klasik"?




Kendi kendime düşünürken “acaba hangisi daha klasiktir” diye merak ettim:




 Türk Dil Kurumu, Fransızca bir sözcük olan “klasik (classique) sözcüğünü şöyle tanımlıyor: “üzerinden çok zaman geçtiği hâlde DEĞERİNİ yitirmeyen.”



Avro ya da Dolar kafasıyla(!) hesaplarsak; 300 yıllık geçmişe sahip bir “makine” olan bir Piyano eskiyip “antikalaştıkça”  PARASAL OLARAK değerlenip "fiyatı(!)" arttığına göre herhalde
çook klasik(!) bir çalgı olmalı! ;))

Buna karşın, 6.000 yıl öncesinden süzülüp günümüze kadar gelen bir bağlama ise, eğer 20-30 yıl kullanılarak çalına çalına yıpranmışsa pek "para" etmeyebilir...!


Beytofın’ın 1822 yılında yazdığı orijinal nota kağıtları da günümüzde antika müzayedelerinde "uçuk paralara(!)" satıldığına göre o besteler de herhalde çook klasik(!) olmalı!!! ;))

Oysa milyonlarca kişinin ezbere bildiği "en az" 1000 yıllık bir dombıra türküsünün notasına hiç kimse kalkıp beş kuruş "para" vermez. :(


…!


Hmm.. Duyamadım,, “Klasik'in tanımını yaparken TDK’nın kullandığı “DEĞER” sözcüğünden kasıt: bir şeyin ”fiyatı(!)” değil de, bir şeyin uzun zamandan günümüze “değişmeden gelmesi” ve uzun zamandan beridir “ilgi görmesidir” mi dediniz?? :))


..Eh, bizim dediğimiz de zaten o. :)


Saygılarımla,
A.Tamtürk



Milyonlarca Türk'ün ezbere bildiği, 
Bin yıldan beridir "değişmeden" günümüze gelen gerçek bir KLASİK beste,
Dünyanın en eski ve değişmeden günümüze kadar gelen en KLASİK çalgısı eşliğinde.





Bu Makale Şuradaki Yorumlarda Tartışılmakta: OdaTV 



17 Şubat 2012 Cuma

ASAL UYUM (Ya da; Hangi Müzik Evrensel?)






Müzikteki “Aksak Ritim”den bahsetmek istiyorum biraz.

Öncelikle, müzikteki “aksak” sözcüğünün, eksik(!), topal(!), hatalı(!) anlamına gelmediğini söyleyerek başlayayım.

Tüm “aksak ritim”lerde “ASAL  SAYILAR” vardır. O yüzden yazımın devamında yanlış algıya yol açan “Aksak” sözcüğü yerine “Asal” tanımını, “Ritim” yerine Türkçesi olan “Uyum” sözcüğünü kullanıp, bu müzik ritmini “ASAL UYUM” olarak adlandıracağım.


Nedir asal uyum?

lohanne Battista ilahisinden beri alt tarafı bir kaç yüz yıldır bir nebze doğru dürüst müzik yapmaya başlamış olan ve 4/4 uyumundan ötesine ise hâlâ kafaları basmayan Avrupalıların 2 ve katlarından oluşan müzik uyumlarından çok daha öte bir şeydir "asal uyum". Çünkü asal uyumda “ASAL SAYILAR” vardır. Çünkü asal uyumu takip edebilmek kulak ister, “doğa gözlemi” ister, atın temposunu bilmeyi gerektirir, daha ötesi asal uyum “doğuştan” gelen bir müzik kabiliyeti ister, çok daha ötesi ise asal uyum 35.000 yıllık bir müzik kültürü ister. Çünkü 5/4lük, 7/4lük ve 9/16’lık gibi çeşitleri olan asal uyum “Avrupalıların” müzikte “ZOR” olarak sınıflandırdığı bir uyumdur.



Haluk Tarcan Ceviz Kabuğu'nda
Çifte Yüksek eğitimli Halk bilimci, Yazı Bilimci, Dil Bilimci ve Türkolog Haluk Tarcan aynı zamanda İstanbul Konservatuarı mezunuydu. Fransa’ya “müzik eğitimi için” gitmişti. Paris Şorbon Üniversitesi’ndeyken tüm Anadolu’da (ve tüm Türk dünyasında) çok iyi bilinen ve çok yaygın kullanılan asal uyumların Avrupa halklarında hiç bilinmediğini, bırakın bilinmesini asal uyumu Avrupalıların kafalarının bir türlü basmadığını fark etmişti. Bir kış günü Sen Nehri  kıyısında gezerken yüzeyi buz tutmuş olan nehrin altından suyun akmakta olduğunu fark etti. Asal uyumlu müziklerde de aynen böyle olduğunu, asal uyumlu müziklerde aslında “zaman bölümcesi” bulunmadığını, zamanın, aynı buz tutmuş bir nehrin altından akmakta olan su gibi geri planda “akmakta” olduğunu fark etti. Avrupa müziklerinin hiçbirinde bu özellik yoktu. Avrupalılar müzik yapabilmek için zamanı bölmek zorundaydılar ve “zaman bölümcesiz” hiçbir müzik bestesi yapamıyorlardı. Haluk Tarcan bunun üzerine asal uyumun kökenleri üzerine araştırma yapmaya başladı. Ona göre asal uyumun kökeninde bir “hece dili” bulunması gerekiyordu. Ve müzikten yola çıkarak kısa süre sonra bir başka Dil Bilimci ve Arkeolog olan Prof. Kazım Mirşan’la aynı noktaya geldi.. Müzikteki Asal uyumun kökeni Ön-Türkçeydi..



***


Kazakistan’da Tamgalısay’daki 10 binlerce Öntürk kaya yazıtlarından biri olan aşağıdaki resme dikkatle bakınız. Bu resim, el ele tutuşmuş dans eden insanlarla bir Türk dinsel kurban töreninin resmidir.

Bu resimde 15.000 yıl önceki “TÜRK MÜZİĞİNİ” görüyoruz. 






Öntürk Kaya Yazıtı (Tamgalısay)


Bu resimdeki en önemli özellik ise ta o zamanlarda "dans etmesini" ve “matematiği bilen” Türklerin bu yazıtta yalnızca “ASAL SAYILARI” resmetmiş olmalarıdır.

Resimdeki asal sayılar şunlardır:

-Tingri'lerle insanlar arasında aracılık eden yılan saçlı “3” tane Yalman (birisi grubun solunda, ikisi sağında)


-Kurbanlık “5” hayvan

-El ele tutuşmuş dans eden “7” kişi

-Yalmanların kafasında da “7”şer yılan

-Yalmanların dışında toplam "9" kişi

-Yer Tingri ve Kök Tingri çizimlerinden soldakinin başının içinde “11” nokta

-Sağdaki Yer Tingri’nin başının çevresinde “17” nokta ve başının içinde “17”bölümce

-Soldaki Kök Tingri’nin başının çevresinde de “17” nokta (demek ki Tingrilerin başındaki “17”ler tesadüf değil!)

-Ayrıca soldaki “en yüce” Kök Tingri’nin başındaki en dıştaki halkada ise “19” nokta



(Yahudiler, Türklerin on binlerce yıldır tümünü bilmekte olduğu “tanrısal” asal sayılardan bir tek “7” olanının, Araplar ise buna ek olarak bir tek “3” olanının “tanrısallığını” Türklerden taa 12.000 yıl sonra keşfedip dinlerine sokabilmiştir. Şimdilerde ise “19” olanını sokmaya daha yeni yeni uğraşmaktalar:))






Yukarıdaki resim kanıtlamaktadır ki;

- Türkler için tüm asal sayılar Tanrısaldır.
- Müzikteki asal uyumlar da asal sayılardan oluşmaktadır.
- 35.000 yıllık Türk müziği “Tanrıların müziği”dir.





(Resimler: Dünyanın ilk telli çalgısı olan ve adını bir Türk efsanesinden alan “Dombıra”)

 





















En az 1000 yıllık bir Dombıra türküsü:





***


Avrupalıların asal uyum temposunu asla tutturamadıklarını en kolay nasıl deneyip kanıtlayabileceğinizi önceki yazılarımda yazmıştım.


Yeniden kısaca tekrar edeyim:

Elinizin ayasını masanın üzerine koyun. Ve serçe parmaktan başlayarak sırayla yüzük parmak, orta parmak, işaret parmağı olmak üzere masanın üzerinde 4 kez tıklayın. İşaret parmaktan sonra yeniden serçe parmağa geçin ve dört parmağınızı peş peşe yine tıklayın, ve bunu aynı sıralamayla gittikçe hızlandırarak yineleyin. Çıkan dört vuruş ve bir sus temposu dörtnala koşan bir “atın temposu”dur.







Yurt dışında yaşayan Türkler bir deneme yapsın ve parmaklarıyla kendilerinin çok kolaylıkla tutukları bu tempoyu Avrupalı tanıdıklarına da göstersin ve aynısını onların da yapmalarını istesin. Avrupalılar bu basit tempoyu ya hiç yapamayacaklar, ya da çok zorlanacaklardır. Bu tempo “ 5/4’lük ASAL UYUM ” dur.


Bir Avrupalı, (örneğin Beytofın:) asal uyumlu bir parçayı çalmaya kalksa mutlaka eli ayağına dolaşırdı, ama asal uyumlu tempoda bir atın ve bir Türk’ün ne eli ne de ayağı asla dolaşmaz! :)


Örnek:
Ak Jelen (Ak Gelin)



***



Şuna eminim ki eğer asal uyumla çalmaya kalksalar Avrupa’nın anlı şanlı filarmoni orkestraları bir anda kördüğüm olur da, bir daha da asla çözülemezlerdi :)) .. ama buna karşın 500 kişilik bir Türk düğünündeki, hiçbir müzik eğitimi almamış, genci yaşlısı 500 Türk aynı anda ve hiç şaşırmadan asal uyumlu bir tempoyu hep birlikte saatlerce sürdürebilirler. :)


Asal uyum sadece Türk müziğinde  (Ya da Türk etkisindeki müziklerde) vardır. Nerede Türk varsa orada asal uyum vardır. Nerede asal uyum varsa orada da Türk vardır. Abartmıyorum; Kutuplardan çöllere dünyanın herhangi bir yerinde gezerken ıslıkla asal uyumlu bir melodiyi çalarak yürümekte olan biriyle karşılaşırsanız biliniz ki o kişi “büyük olasılıkla” bir Türk’tür.


Avrupa ve Amerika’da asal uyumu başarıyla uygulayabilen tek tük insanlara ise genellikle “Cazcı” deniyor :)) (ve oralarda nedense başka hiç kimse o asal ritimleri uygulayamadığı için olsa gerek bu kişiler bir anda çok meşhur oluyor :))

O yüzdendir ki Avrupa’nın asal uyumlu tek klasik parçası “Mozat’ın TÜRK MARŞI”dır.

Mozart Türk Marşını yazmış yazmasına da, Avrupa o günden bu güne onu layıkıyla çalabilecek bir tek kişi bile çıkaramamıştır. :)


Bu güne kadar Mozart’ın Türk Marşını hep ya “asal uyum”u mertek sanan Avrupalılardan ya da Avrupa özentisi devşirmelerden ve piyano miyano gibi “burjuva gösteriş çalgılarından” dinlediniz. Gelin o parçayı bir de yeryüzünün en eski telli çalgısı olan dombıra eşliğinde Türklerden dinleyin de aradaki uyum farkını görün :)

İşte, günümüzde o parçayı tek layıkıyla çalabilen ve bu Türk Marşı yorumuyla uluslararası altın plak ödülü kazanan "ULYTAU" tüm dünyaya diyor ki: Türk marşı öyle değil, böyle çalınır :)





Kazak Müzik Grubu ULYTAU (Okunuşu:Ulutau, anlamı:ULUDAĞ)



Çömezimiz olan Avrupalı mı bize müzik öğretecekmiş? 

Şaşarım..

Onlar gitsin de, önce asal uyumu öğrensin. :))




Şakayla karışık; Filarmoni tutkunu arkadaşlarım alınmasınlar, ama bizim 15.000 yıllık müzik kültürümüzle karşılaştırıldığında kültürel olarak tam bir müzik cahili olan Avrupalıların  filarmoniyi, o kalabalıkta tempoyu şaşıran çalgıcıların arada rahatça "gizlenmesini" sağlamak için icat etmiş olabileceklerini düşünmekteyim şahsen. ;)))




***


Yazımı bitirirken bu müzik konusunu neden bu kadar önemsediğime de kısaca değineyim:



600 yıl boyunca Ottoman’ın Arap kültür emperyalizmiyle başlayıp, daha sonrasında İngiliz’inden Fransız’ına kadar yeryüzündeki tüm kültürel emperyalistlerin en çok musallat olduğu, en çok yok etmeye çalıştığı (ama bunu bir türlü başaramadığı) çok köklü ve çok güçlü bir kültürün mirasçılarıyız.



Türk Ulusuna yıllardır pompalanan yabancı hayranlığıyla kültür emperyalizminin müzik ayağı son zamanlarda yeni bir boyut kazandı. Gözlemlerime göre bir süredir birilerince tüm Türk toplumunda “özellikle de Beytofın” parlatılmaya çalışılmakta. Tabi ki bunun çok önemli bir “nedeni” ve “amacı” da var. Bir süre önce AB, Beytofın’ın 9. senfonisini “AB’nin resmî Milli(!) Marşı” olarak ilan etmişti. Görünen o ki, birileri kulaklarımızı şimdiden AB’nin milli(!) marşına hazırlamaya çalışmakta.



Anayasamızın ilk üç maddesinin değiştirilebileceğinin açıkça dillendirildiği, anayasadan Türk adının çıkarılmaya çalışıldığı bu günlerde, buna karşı ulusça direnebilmek için Türklük bilincinin Dilden Tarihe, Müzik vb güzel sanatlardan Müspet İlime kadar her dalda yüceltilmesi artık daha da büyük önem kazanmaktadır. Kökü on binlerce yıl öncesine dayanan kendi müziğimizin yüceliğinin bilincine varmak ve sahip çıkmak da bunlardan biridir. Bu konuda tüm aydınlarımıza ve bilim insanlarımıza büyük görev düşmektedir. Türk’e yeniden öğünmesini öğretmeli, Türk’ün unutulmuş yüksek medeni vasfının, günümüz dünyasının medeniyet ufukundan yeniden bir güneş gibi doğmasını sağlamalıyız. Reçete budur.




***



Neyse,, çok uzattık,, konuyu bağlayalım:

Bir arkadaşım geçen gün “iyi neyzen / iyi udi / iyi kemençeci kim var? diye soran kaç kişidir? Cevaplayabilen kaç kişidir?” ..diye sormuştu ya, yanıtlayalım:


Aşağıda bağlantılarını verdiğim müzik görümsetmelerinin Yutup, Deylimoşın, Feyzbuk, Gogıl vb 50-60’dan fazla paylaşımında toplam 1 milyon izlenme sayısı, bunları “soran” ve “bilen” kişilerin sayısının sadece “küçük bir kısmı”dır :)


Bir Avrupalı için en zor ritim sayılan “asal uyum”lu melodileri “aynı anda” ve “büyük bir ustalıkla” çalıp söyleyen kimisi “neyzen”, kimisi “udi”, kimisi “kemençeci”, kimisi “bağlamacı”, kimisi “kanuni” kimisi “davulcu”, kimisi “zurnacı”, kimisi “akordeoncu”, kimisi “sazcı”, kimisi “dombıracı”, kimisi "tamburacı", kimisi “kopuzcu”, kimisi “mızıkacı”, kimisi “şarkıcı”  (…) “YÜZLERCE” sanatçımızın “ORTAK YAPIMI” olan aşağıdaki görümsetmeler, Türkiye’deki tek müzisyeni Fazıl Say, tek müzik aletini piyano sananlara ve Beytofın’ın hayranı olan sevgili dostlarıma gelsin. :)


Doğa İçin Çal -1-


Doğa için Çal -2-


Doğa İçin Çal -3-



***


Son söz ve hepsinin özeti:


-Müzikte beste hiçbir şeydir, çalabilmekse her şey.

-Ve Müzikte nota hiçbir şeydir, uyum ise her şey.

-Ve eğer müzik “ille de” evrensel(!) ise:

O evrensel olan müzik, bitmeyen(!) senfonide sağırlığı tesadüfen ortaya çıkan, sahtekâr besteci Beytofın’ın “resmî AB müziği” değil, olsa olsa Asal Uyumlu, 35.000 yıllık ve de "Tanrısal bir müzik" olan "Asil TÜRK MÜZİĞİ"dir.





Saygılarımla,
A.Tamtürk





***


Not: Sevgili dostlar, Yazdıklarımdan kimsenin alınmasına gerek yok. Kimisi rep sever, kimisi hip hop, kimisi caz, kimisi metal, kimisi filarmonik. “Zevkler ve renkler tartışılmaz” atasözümüzün de dediği gibi herkes neden hoşlanıyorsa elbette onu dinler. Ama bu işi hiç olmazsa biraz bilinçli yapalım ve “Asal Uyumlu” kendi müziğimizi ve binlerce yıldır o müziğin tutkunu olan Türk Milletini cahillik, zevksizlik, sözde müzikten anlamazlık vb gibi önyargılarla kötülemek yoluyla kültürel istilacı yabancılara asla ezdirmeyelim, buna kalkışanlara da lütfen engel olalım...


Sevgiyle kalın, Müziksiz kalmayın.. :)



Bu Makale Şurada Yayınlandı: GavurEGE
Bu Makale Şuradaki Yorumlarda Tartışılmakta: OdaTV